İMO Bursa Bülten’in 62. Sayısında yayımlanan yazı;

Fatih Söylemez
İnşaat mühendisliği tanımlanırken biraz da İngilizce tabirinden esinlenerek “Medeniyet Mühendisliği” denilir. Çünkü insanların medeni bir yaşam ihtiyacı yerleşik hayata geçmelerinden sonra oluşmuştur. Yerleşik hayata geçildiğinde ise barınma, temizlik, ulaşım gibi ihtiyaçların daha kolay bir şekilde elde edilebilmesi için yapılaşma başlamış, buna bağlı olarak da doğal ortam değiştirilmiştir.
Günümüzde doğa ile uyumlu yapılar yapılması konusu dönem dönem gündeme getirilse de halen ağaçlar kesilmekte, araziler kazılmakta, denizler doldurulmakta, suların önü setlerle engellenerek yapay göller oluşturulmaktadır. Bizler üzerinde yaşadığımız dünyayı bencilce yok ederken, yapılarımıza zarar verdiği için deprem, heyelan, sel, kar ve rüzgar gibi doğa olaylarına “Doğal Afet” adını veriyoruz.
Geçtiğimiz aylarda rüzgarın kuvvetli bir şekilde estiği, karın çok yağdığı doğrudur ancak ne rüzgar daha önce ölçülmüş hızların üzerine çıktı, ne de kar ilk defa bu kadar çok yağdı. Yine de biz, bu doğa olaylarının adına afet dedik.
İnsanlar tarafından yapılmış yapıların kar ve rüzgara yenik düşmesine doğal afet değil de “İnsani Afet” denilmesi gerektiğinin de kimse farkında değil maalesef.
İnşaat Mühendisleri Odası’nın kullandığı meşhur sloganı duymuşuzdur; “Deprem değil, bina öldürür”. Yıl 2015, ülkemizde hala kötü projeler üretiliyor, hatta o projeye uymayıp ondan daha kötü de imalat yapılıyor. Birileri yönetmeliklerin yetersizliğine, projesini yapanlar müteahhidin vasıfsızlığına, imalatçı projenin kalitesizliğine, yapı denetim firması hak ettiği parayı alamadığına, idare ise sorumluluğun müelliflerde olduğuna sığınıyor. Herkes suçu bir başkasına atıp kendisini haklı çıkarmaya, “Cana geleceğine mala gelsin” atasözünü doğru görüp çok şükür demeye devam ediyor.
Beton, çelik üretirken çevreye zarar veriyor, doğal ortamı betonarme yapı ile kirletiyor, bina ömrünü tamamlayıp yıkılma aşamasına geldiğinde ise hiçbir maddenin geri dönüşümünü sağlayamıyoruz. Şehirlerimizi planlarken onlarca, yüzlerce yıldır orada duran ağaçları kesip, yerine çirkin beton kutular koyuyor, o güzelim ağaçların yerine arada sırada dağ başına yeni fidanlar dikiyoruz, bakımını da çoğu zaman biz yapmıyor, doğaya bırakıyoruz. Sonra o binalara ulaşabilmek için asfalt yollar, yayalar için kaldırımlar, kimsenin binmediği bisikletler için renkli şeritler yapıyoruz. Ardından içinde yaşadığımız taş, çimento ve demir yığınının su, elektrik, telefon, doğalgaz ve kanalizasyon gibi ihtiyaçları için yolları kazıp yeniden yapıyoruz ve her aşamada bir önceki haline göre daha da çirkinleştiriyoruz. Bu yanlışlarımızın üzerine yağmur suları gidecek bir toprak parçası bulamayınca sel afeti oldu arabamın motoruna su girdi, evimi su bastı diye yine doğaya kızıyoruz.
Köyler haricinde insanların yaşadığı yerlere yukarıdan bir yerlerden baktığınızda ormanın veya ovanın ortasına beton gömmüşsünüz gibi durmuyor mu sizce de? Tophane tepelerine çıkın lütfen, kendinize bir çay ısmarlayın, manzarayı seyredin, Ahmetpaşa Mezarlığı ve Kültürpark haricinde şehirde yeşil kalan hiçbir yer olmadığını fark edeceksiniz. Binaların arasında, yol kenarlarında kalan tek tük ağaçların haline acıyacaksınız. Biz kendimize, doğaya ne yapıyoruz sorusunu soracaksınız.
Çocuklarımıza bırakacağımız dünyayı daha iyi bir hale getirmek için; doğa ile dost, çevreye zararı az olan, doğal malzemelerle üretilmiş, iyi planlanmış, iyi projelendirilmiş, iyi yapılmış binalar talep etmeliyiz. Böylelikle son derece normal olan doğa olaylarına afet demekten vazgeçebilir ve medeniyete biraz daha yaklaşabiliriz.
Yüksek İnşaat Mühendisi
Fatih Söylemez
İMO Bursa Şube Bülteni’ni buradan indirebilirsiniz…